1. Anasayfa
  2. Yıkım ve Para Cezası

İmar Para Cezası Ve Yıkım Uygulamalarındaki Çarpıklıklar


0

İmar Para Cezası Ve Yıkım Uygulamalarındaki Çarpıklıklar

İmar hukuku, şehirlerin düzenini korumak ve toplumsal yaşamı güvence altına almak için vardır. Ancak uygulamada bu idealden giderek uzaklaşıldığı görülmektedir. Pek çok belediye, nüfusun ihtiyacına uygun imar parseli üretmeyerek vatandaşları fiilen kaçak yapı yapmaya mecbur bırakmakta; ardından da aynı sokakta çok sayıda aykırılık bulunmasına rağmen yalnızca bazı yapılar hakkında işlem tesis etmektedir.

Hakkında yıllar önce kesinleşmiş yıkım kararı bulunan pek çok yapı olduğu halde ayakta durmaya devam ederken, bazı binalar kısa sürede yıkılmaktadır. Böylece kamu gücü, düzenin tarafsız koruyucusu olmak yerine, kimi zaman yalnızca “istenmeyen kişilerin durdurulmasına” yarayan bir araç haline gelmektedir.

İmar barışı ve geçici düzenlemeler ise bu çarpıklığı daha da büyütmüştür. Kaçak yapılar ruhsatlı ve iskanlı sayılmış, devletin ortak malı konumundaki araziler yapı kayıt belgesi sahiplerine devredilmek zorunda kalmıştır. Kamu yararı için çıkarıldığı belirtilen bu düzenlemeler, çoğu kez kamu yararını gölgeleyen sonuçlar doğurmuştur.

Belediyelerin denetim yükümlülüklerindeki eksiklikler bu tabloyu ağırlaştırmaktadır. İhtiyaca uygun imar parseli üretilmediği gibi, mevcut yapı stoğu da gerektiği ölçüde denetlenmemektedir. Buna karşılık, kanunda ruhsat muafiyeti tanınmış basit tadilatlar için dahi bazı vatandaşlara işlem yapılmakta; asli görevlerdeki boşluk küçük meselelerde gösterilen aşırı titizlikle doldurulmaktadır.

İmar yargılamalarında en büyük sorun kaynaklarından biri de bilirkişi raporlarıdır. Çoğu zaman mevzuat ve içtihatlarla bağdaşmayan, teknik temelden yoksun raporlar yargılamalara yön vermekte ve vatandaş aleyhine sonuçlar doğurmaktadır.

Bütün bu örnekler, imar düzeninde yaşanan sorunun yalnızca teknik değil, esasen yapısal olduğunu göstermektedir. Sorun, kuralların eşit ve öngörülebilir biçimde uygulanmamasından kaynaklanmaktadır. Hukukun eşitlikten saptığı yerde ise yalnızca düzen değil, adalet de zedelenmektedir.

Kuralların Eşit Uygulanmaması ve Görevi Kötüye Kullanma Suçu

İmar hukukundaki en ciddi sorunlardan biri, aynı durumda bulunan yapılara farklı muamele edilmesidir. Aynı sokakta çok sayıda kaçak yapı bulunmasına rağmen yalnızca bir kısmına yaptırım uygulanması, üstelik bu yaptırımların çoğu kez şahsi ya da siyasi husumet bulunanlara yöneltilmesi, görevin gereklerine aykırılığın en açık örneğidir.

Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi uyarınca, görevin gereklerine aykırı davranış kişilerin mağduriyetine veya haksız menfaate yol açtığında görevi kötüye kullanma suçu oluşur.

Kesinleşmiş çok sayıda imar para cezası yıllarca tahsil edilmezken sadece bazıları için icra yoluna gidilmesi, kesinleşmiş yıkım kararlarının büyük kısmı yıllarca bekletilirken yalnızca bazı yapıların yıkılması da aynı mahiyettedir. Bu seçici ve keyfi uygulamalar, eşitlik ilkesini zedelediği gibi kamu vicdanını da yaralamaktadır.

Dolayısıyla sorun, yalnızca idari işlemlerdeki hatalardan ibaret değildir. Kamu gücünün keyfi şekilde kullanılması, doğrudan cezai sorumluluğu da beraberinde getirmektedir. Bu uygulamaların herkes tarafından yargıya taşınması, sorunun büyüklüğüne dikkat çekecek ve belki de gerçek bir düzenin sağlanmasına katkı sunacaktır.

Suçu ve Suçluyu Bildirmeme Suçu

İzinsiz yapılaşma, özellikle bina niteliğinde olduğunda veya SİT alanı gibi koruma altındaki bölgelerde gerçekleştiğinde, mevzuatta açıkça yaptırım gerektiren suçlar arasında sayılmaktadır. Bu tür suçların yargı mercilerine bildirilmemesi, TCK kapsamında suçu ve suçluyu bildirmeme suçunu oluşturur.

Üstelik kamu görevlilerinin, görevleri nedeniyle bir suça vakıf olmaları hâlinde bildirim yükümlülüğü daha da ağırdır. Kanun, bu durumu “nitelikli hal” olarak düzenlemiş ve daha yüksek ceza öngörmüştür. Dolayısıyla belediyelerin resmi yazışmalarında dahi ortaya çıkan izinsiz yapılaşma fiillerinin ilgili makamlara bildirilmemesi, yalnızca idari bir ihmali değil, aynı zamanda suçu ve suçluyu bildirmeme suçunu da gündeme getirir.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 03.11.2009 tarih, 2009/23642 E. ve 2009/17719 K. sayılı kararı:

“Suçu bildirmeme suçunun oluşabilmesi için, henüz icrası devam etmekte olan bir eylemin varlığı gerekmektedir. İcrası tamamlanmış olmakla birlikte, sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması halen mümkün bulunan bir suçun yetkili makamlara bildirilmemesi halinde de bu suç oluşabilecektir.”

Yapı Kayıt Belgesinin Yol Açtığı Çelişkiler ve Yargı Kararları

İmar Barışı düzenlemelerinin en önemli sakıncalarından biri, kamuya ait alanlarda dahi hukuka aykırı yapılaşmaya meşruiyet görüntüsü kazandırmasıdır. Üzerinde seksen milyonun hakkı bulunan Hazine arazilerine kaçak yapı inşa edenlerin, Yapı Kayıt Belgesi sayesinde bu yapıları “izinli” hale getirmesi ve ardından bu arazilerin satışının kaçak yapı sahiplerine zorunlu olarak yapılması, düzenlemenin doğrudan kamu yararına aykırı bir sonuç doğurduğunu göstermektedir. Dahası, yapıların imar mevzuatı bakımından yıkımını engellerken, aynı yapıların Gecekondu Kanunu kapsamında yıkımına engel olmaması gibi çelişkiler uygulamada karmaşaya yol açmaktadır.

Bu karmaşanın yargıya yansıması da farklı sonuçlar doğurmuştur. Nitekim Konya Bölge İdare Mahkemesi 2. İDD, E. 2020/2374, K. 2020/2643, T. 08.12.2020 tarihli kararında; Yapı Kayıt Belgesi’nin yalnızca 3194 ve 2960 sayılı Yasalar uyarınca tesis edilen yıkım kararlarını bertaraf edebileceğini, 775 sayılı Gecekondu Kanunu kapsamında alınan yıkım kararlarını ise ortadan kaldıramayacağını açıkça belirtmiş ve bu nedenle dava konusu işlemin hukuka uygun olduğunu vurgulamıştır. Buna karşılık, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 5. İDD, E. 2020/775, K. 2020/1158, T. 08.09.2020 tarihli kararında, Hazine arazisi üzerinde inşa edilmiş yapıya ilişkin Yapı Kayıt Belgesi’nin geçerliliğini koruduğu ve bu nedenle 775 sayılı Yasa’nın 18. maddesi uyarınca tesis edilen yıkım işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Çarpıcı olan bir diğer husus ise, Yapı Kayıt Belgesi’nin TCK m.184’te düzenlenen “İmar Kirliliğine Neden Olma” suçunun cezasını ortadan kaldırması, buna karşılık 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet suçundan verilen cezaları engellememesidir. Böylece, aynı hukuka aykırı fiil için bir yandan “barış” sağlanmış, diğer yandan hapis cezası verilmiştir. Vatandaş, devletle barıştığını düşünürken farklı kanunlardan kaynaklanan yaptırımlarla karşı karşıya kalmış; kimi yerde idari yaptırımlar ortadan kalkarken, kimi yerde cezai sorumluluk devam etmiştir.

Görüldüğü üzere, aynı hukuki çerçevede farklı mahkemeler tarafından verilen kararlar ve farklı kanunların farklı sonuçlar doğurması, düzenlemenin yoruma açık bırakılan hükümlerinin eşitlik ilkesine ve hukuk güvenliğine aykırı sonuçlar doğurduğunu göstermektedir. Belediyeler de bu bulanıklıktan yararlanarak keyfi uygulamalarını meşrulaştırma imkânı bulmakta; yargıda içtihat birliği sağlanamaması ise vatandaşların aynı durumda farklı muamele görmesine neden olmaktadır. Böylelikle, imar düzeni sağlanmak bir yana, mevcut düzen daha da bozularak kamu vicdanı zedelenmektedir.

İmar Kanunu Geçici 11. Maddenin Yarattığı Çelişkiler

İmar Kanunu’na eklenen Geçici 11. madde, 31.12.2021 tarihinden önce yapılmış olan yapılara altyapı hizmeti getirilmesini zorunlu kılmıştır. İlk bakışta insani ihtiyaçların karşılanmasını hedefleyen bu düzenleme, uygulamada ciddi çarpıklıklara yol açmıştır. Zira bu hüküm, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak inşa edilmiş, hatta hakkında yıkım kararı bulunan kaçak yapılara dahi yalnızca yapıldıkları tarih itibarıyla altyapı hizmeti sağlanmasının önünü açmıştır.

Daha da önemlisi, bu hüküm mahkemeler eliyle idareye altyapı hizmeti getirtmenin bir dayanağına dönüşmüştür. Kaçak yapı sahipleri, yıkım tehdidi altında bulunan yapıları için Geçici 11. maddeyi gerekçe göstererek dava açmakta, mahkemeler de bu düzenlemeyi esas alarak idareye elektrik, su veya kanalizasyon hizmetlerini götürme yükümlülüğü yükleyebilmektedir. Böylece imar mevzuatına aykırı yapıların yıkılması gerekirken, aynı yapılar altyapı hizmetleriyle desteklenerek fiilen korunmakta ve meşrulaşmaktadır.

Bu tablo, imar düzenini sağlamak yerine hukuka aykırılığı kalıcılaştıran ve idareyi kendi koyduğu kurallarla çelişkiye düşüren bir sonuç doğurmaktadır.

Bilirkişi Terörü

İmar hukukunda en çok tartışılan sorunlardan biri de adeta bir “bilirkişi terörü”ne dönüşen raporlardır. Pek çok bilirkişi, mevzuatı ve Yargıtay içtihatlarını dikkate almadan rapor düzenlemekte; kanunun açıkça ruhsat muafiyeti tanıdığı basit tadilatları dahi “imar aykırılığı” olarak nitelendirmektedir. Örneğin, gölgelik gibi geçici ve basit yapı unsurları kapalı alan sayılmakta, bu mesnetsiz değerlendirmeler de teknik konuda yetersiz olan uygulayıcıların kabulüyle para cezası ve yıkım kararına dönüşmektedir.

Resmî Gazete’de yayımlanmış ve uzun yıllar yürürlükte kalmış ilke kararları çoğu zaman görmezden gelinmekte, dosyaya sunulduğunda dahi doğru yorumlanmamaktadır. Böylece teknik bilgisizlik ile hukuki eksiklik birleşmekte; bir yanda binalara göz yumulan bir ortamda vatandaşlar en küçük tadilatlarda bile ağır yaptırımların tehdidi altında bırakılmaktadır.

Bu sorunun temelinde, bilirkişiliğin çoğu yerde profesyonel bir alan değil ek gelir kapısı olarak görülmesi yatmaktadır. Özellikle küçük yerleşimlerde uzman bulunmadığından, raporlar işi bilenlere değil, “ben yaparım” diyen kişilere teslim edilmekte; hatalı raporların önü açılmaktadır. Sonuçta bilirkişilik, hakikati ortaya koyması gerekirken, çoğu zaman hukuki güvenliği tehdit eden bir mekanizma hâline dönüşmektedir.

Sonuç

İmar hukuku, şehirlerin düzenini ve kamu yararını korumak için vardır. Ancak uygulamada eşitlikten uzak, keyfi ve çelişkili yaklaşımlar bu amacın tersine sonuçlar doğurmuştur. Kaçak yapılar kimi yerde korunmuş, kimi yerde ağır yaptırımlara maruz bırakılmış; geçici düzenlemeler ve aflarla hukuk güvenliği zedelenmiştir. Yargı kararlarındaki farklılıklar ve belediyelerin keyfi uygulamaları da bu adaletsizliği büyütmüştür.

Gerçek çözüm, aflarla veya belirsiz düzenlemelerle değil; açık, öngörülebilir ve herkes için eşit uygulanan bir imar rejimiyle mümkündür.

Bir gün bir vatandaş, yapı kayıt belgesi bulunmasına rağmen bağ evinin yıkıldığını, komşusunun aynı durumda olan yapısına dokunulmadığını, bunu ekiplere söylediğinde ise kendisine yalnızca gülündüğünü aktarmış ve “Bizi, insanları kendi milletine beddua eden hale getirdiler, Avukat Bey” demişti. Ardından da “Ben de biliyorum, kendi milletine beddua eden kendisine beddua ediyordur ama işte bizi tam olarak bu hale getirdiler” diye eklemişti. Bu sözler, uygulamadaki keyfiliğin, adalet duygusunu nasıl zedelediğinin en görünür halidir.

 

Paylaş

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir